Ramsey Clark: “ABD’yi suçluyorum!”

Aaron Sorkin’in yazdığı ve yönettiği “Chicago Yedilisi’nin Yargılanması” (The Trial of the Chicago 7), geçen yılın hakkında çok konuşulan filmlerinden biri oldu. ABD’de 1968 yılının Ağustos ayında Demokrat Parti kongresinin yapılacağı günlerde Vietnam Savaşı’nı protesto etmek için barışçıl bir miting düzenlemek isteyen gençlik liderlerinin giderek bir kumpasa dönüşen yargılanma sürecine odaklanıyordu film. Sorkin, “ABD demokrasisinden” skandal kesitler yansıtırken, yargılamanın değişik safhalarında FBI, vali, belediye başkanı, polis ve yargıcın, kısacası sistemin ezici yaklaşımlarına da bolca yer veriyordu.

Filmin en çarpıcı sahnelerinden biri, Demokrat Parti’nin etkili ama parti içinde de pek sevilmeyen ve korkulan isimlerinden eski Adalet Bakanı-Başsavcı Ramsey Clark’ın evinde geçer. Eylemci sanıkları temsilen iki genç, Tom Hayden ile Leonard Weinglass ve avukatları William Kunstler, önceden randevu alıp davada tanıklık yapmasını istemek için Clark’a giderler. Çekinerek girdikleri evde nahoş bir sürprizle karşılaşacaklardır; Chicago Yedilisi olarak tanımlanan sanıkların üzerine çullanan kurumlardan biri olan Adalet Bakanlığı’ndan gelmiş iki görevli de oradadır ve bizzat Clark tarafından davet edilmişlerdir. Durum biraz ümitsiz gibidir; Clark’la baş başa konuşacaklarını düşünen avukat ve iki öğrenci lideri o iki görevlinin orada ne aradığını kuşkular içinde merak ederken, ev sahibi duruma açıklık getirir: “Onları ben çağırdım, çünkü birazdan söyleyeceklerime şahit olmalarını istedim.”

Sonrasında, “Tanık listesine beni de yazın. Mahkemeye ne zaman geleyim?” diye soran Clark’ın durum açıklığa kavuşmadan önce kendisine cesur olması konusunda küçük bir nutuk atan toy delikanlı Tom Hayden’a gülümseyerek “Cesaretimi topladım!” demesi de unutulmazdır.

Jüriye fesat karıştırılan, telefonların dinlendiği, sanıklara baskı yapıldığı, tehditlerin yöneltildiği bu davada sanıklar lehine tanıklık yapmayı kabul eden Ramsey Clark, mahkeme sürecinde de “sistemi” çok rahatsız edecek, sarsıntılara yol açacaktır.

VİETNAM’DAN IRAK’A, YUGOSLAVYA’DAN SURİYE’YE

9 Nisan 2021’de 94 yaşındayken yaşama veda eden Ramsey Clark cesaretini hiçbir zaman yitirmemiş kurt bir hukukçu olarak nam salmıştı. Özellikle medeni haklar, insan hakları ve savaş suçları konusunda tüm dünyada parmakla gösterilen şahsiyetlerden biriydi. 1972’de ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü kirli savaşı protesto etmek için bu ülkeye gittiğinde, Küba’da Fidel Castro’yla görüştüğünde, 1989’da Panama’nın işgaline Panama’da direndiğinde, emperyalizmin hedefindeki Slobodan Miloseviç, Saddam Hüseyin gibi liderleri savunduğunda ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a destek ziyaretinde bulunduğunda da aynen Chicago davasındaki gibi cesur davrandı. Tıpkı Fransız meslektaşı Jacques Verges gibi bazı Nazi savaş suçlularının savunmasını üstlendiğinde de öyleydi; çoğu zaman müvekkillerinin suçsuzluğuyla birlikte asıl suçlunun onları yargılayan sistem olduğunu vurguladı, kimi zaman da müvekkilinin suçunu kabul etmekle birlikte okları yargılayanlara yöneltti, “savunma saldırıyor” sanatından örnekler sergiledi.

ABD’deki ırkçı-ayrımcı yasalara karşı mücadele başlatan, 1965’te Oy Hakları Yasası gibi tarihsel nitelikte bir hukuki düzenlenmenin oluşturulmasında önemli rol oynayan Ramsey Clark, resmi görevleri sona erdikten sonra da ABD’nin savaş suçlarını ilan etmek için dünyayı dolaşmaya başlamıştı.

Clark’ın uluslararası çapta tanınır hale gelmesi, 1980’de İran İslam Devrimi sonrasında Tahran’da düzenlenen “ABD’nin Cinayetleri” toplantısına katılıp bir konuşma yapmasıyla gerçekleşti. Tahran’daki ABD elçiliğinin işgal edilmesi ve 53 Amerikalı diplomatın rehin alınması üzerine, bu eylemin “anlaşılabilir olduğunu” dile getirdi ve üstelik ABD’yi İran’dan özür dilemeye çağırdı.

1986’da Libya’nın bombalanması üzerine ABD hükümeti aleyhine dava açtı. 1991’de Birinci Körfez Savaşı’nda ABD’nin Irak’a saldırmasıyla bu faaliyetini geniş çaplı uluslararası bir kampanyaya dönüştüren Ramsey Clark, 2003’teki İkinci Körfez Savaşı ve Irak’ın tamamen işgaline dek 12 yıl boyunca aralıksız mücadele verdi, işlediği suçlar nedeniyle ABD’yi yargıladı.

TÜRKİYE’DE ÇEKİÇ GÜÇ PANELİ

ABD dış politikasının en kararlı eleştirmeni olan, dünya jandarmalığı için dökülen milyonlarca doları “delilik” olarak tanımlayan Clark, Türkiye’ye de gelmiş, o zamanki adıyla Sosyalist Parti (bugünkü Vatan Partisi) Genel Başkanı Doğu Perinçek’in ABD’nin Körfez Harekâtı’na karşı düzenlediği Çekiç Güç Paneli’ne konuşmacı olarak katılmıştı. Perinçek, iki yıl sonra verdiği bir röportajda ABD’nin Türkiye’yle ilgili planları konusunda kamuoyunu aydınlatmalarında Clark’ın büyük desteğini gördüklerini belirtmişti.

ABD’deki en büyük savaş karşıtı sivil kurum olan Uluslararası Eylem Merkezi’nin yöneticisi olan Ramsey Clark, 2001’deki 11 Eylül saldırılarının ardından şöyle demişti: 

“Dış politikamız öteden beri bir felaket. ‘Bu yarıküre bizimdir’ diyen Monroe Doktrini’nin küstahlığına kadar gidebiliriz ama SSCB’nin çökmesinin ardından çok daha ileri gitmeye başladık. Baştan beri asıl hedef dünya egemenliği oldu. Yani, gezegendeki diğer herkese baskı yapma kapasitesi oluşturup bunu korumak. Mümkünse şiddet kullanmadan ama gerekirse şiddet de kullanarak. Sadece askeri egemenlikten bahsetmiyorum, ABD ticaret politikalarının temel güdüsü dünyadaki yoksul halkların sömürülmesidir. 1991’de, Körfez Savaşı başladığında, 42 gün boyunca militarizm reklamına maruz bırakıldık. Hemen herkes CNN’e yapışmıştı; Basra Körfezi’nde bir gemiden ne zaman bir Tomahawk fırlatılsa, herkes ayağa kalkıp ‘Hurra, Amerika!’ çığlıkları atıyordu. Ama o füze gidip Basra’da bir yerde bir pazarı vuracak, 300 dükkânı yerle bir edecek ve 42 yoksul insanı öldürecekti. Ve bu, bize göre iyi bir şeydi.”

“ABD DEMOKRASİ DEĞİL PLUTOKRASİ”

ABD’nin bir demokrasi değil plutokrasi, yani zenginlerin devleti olduğunu ifade eden Clark’a göre ülkesindeki servet yoğunlaşması ve zengin-yoksul uçurumu dünyadaki diğer ülkelerden kat kat fazlaydı. Şu basit soruyu soruyordu: “En çok kimlere özendiğimize bakalım; Rockefeller, Morgan, Bill Gates, Donald Trump vd. Ahlaklı bir insan, her yıl 10 milyon bebek açlıktan ölürken 1 milyar dolara sahip olabilir mi?”

Clark’ın son yıllardaki ilgi alanlarının başında bölünüp parçalanmak istenen Suriye geliyordu. İç savaş başladıktan sonra ülkeye bir dizi ziyarette bulundu. 18 Eylül 2013’te, başkanlığını yaptığı, eski Kongre üyeleri, gazeteciler ve savaş karşıtlarından oluşan bir heyetle Şam’da Beşar Esad’la görüşen Ramsey Clark, kendisini “Suriye’nin dostu” olarak tanıtmış ve ABD’nin bu ülkeye yönelik politikalarını protesto etmişti.

Emile Zola, 1898’de ünlü Dreyfus Olayı’na dair kaleme aldığı tarihi makalesinde “Suçluyorum!” demişti. Onurlu hukukçu Ramsey Clark da 20. yüzyılın ikinci yarısından 21. yüzyıla devredilen benzer bir ses yükseltti, hep mazlum halkların yanında oldu ve dünyayı dolaşarak adeta bir dizi manifestoyla “ABD’yi Suçluyorum!” dedi.

Tıpkı Zola’nınki gibi bu sesin de tarihe mal olduğuna ve yankılanmaya devam edeceğine kuşku yok.