Amerikan devleti “sürekli silah satarak” hem müttefik dediği ülkeleri kontrol etmeye hem de rakip ülkeleri silahlanma yarışına çekerek “kazanamayacakları bir mücadelenin içine sokmaya” uğraşıyor. Aslına bakılırsa Amerikalıları anlamak mümkün zira bu yöntemi geçmişte denediler ve başarılı oldular. NATO’yu kurarak sadece bir askeri ittifak oluşturmadılar tam aksine bir yandan silah pazarlarını genişletirken diğer yandan da müttefik ülkelerin ekonomilerini, siyasetlerini hatta kültürlerini etkileyecek her türlü imkana kavuşmuş oldular. Bu durum aynı zamanda “silahlanma yarışına” da zemin hazırladı ve SSCB yöneticileri havada, karada ve hatta uzayda ABD’den daha fazlasına sahip olmak için koşturmaya başladılar ve sonunda kaybettiler.
Şimdilerde ABD benzer bir programı uygulamaya koymuş gibi görünüyor. Bir yandan NATO’yu genişletirken diğer yandan da hem Rusya’nın hem de Çin’in kendisiyle silah yarışına girmesini sağlamak için sürekli uğraşıyor.
Bu amacın son adımlarından biri ABD’nin Kısa/Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) çekilmesi oldu. ABD, tek bir hamleyle hem nerdeyse tamamı NATO üyesi olan Avrupa topraklarını “potansiyel savaş alanı” haline getirdi hem de Rusya’nın yeni bir silahlanma yarışına girişmesi için “açık çağrı yapmış” oldu. Provokatif denilebilecek bu adımın hemen ardından Avrupa’daki NATO üyesi ülkelerin çok daha fazla “ABD silahı satın alacağını” ya da “giderlere ortak edileceğini” tahmin etmek zor değil. O halde ABD, ilk hedefine yani “silah pazarını genişletme hedefine” ulaştı denilebilir. Peki ikinci hedef gerçekleşecek mi? Yani Rusya ve Çin başta olmak üzere küresel ve bölgesel etkiye sahip ülkeler yeni bir silahlanma yarışına girecekler mi?
Aslında bu sorunun cevabı, anılan ülkelerin değişen savaş kavramını ve yeni güvenlik ortamını anlayıp anlamadıklarıyla ilgili. Zira artık savaşların sadece silahlar ya da ordular arasında gerçekleşmediği biliniyor. Ayrıca yakın tarihin de defalarca gösterdiği üzere artık kimse tankların karşına tank, uçakların karşısına da uçak koymaya uğraşmıyor. Savaş her anlamda tüm kavramların ve yöntemlerin iç içe geçtiği, ekonominin de, ideolojinin de en az bombalar kadar önemli olduğunun anlaşıldığı bir şekle dönüşmüş bulunuyor. Örneğin Çin; ABD’nin her uçak gemisine karşı bir uçak gemisi üretmenin maliyetinin ne demek olduğunun farkında. Bu yüzden daha ekonomik olana yönelip yeni nesil füzeler geliştirmenin ya da daha doğru olarak “uzayda avantaj” elde etmenin peşine düşmüş gibi görünüyor.
Yeni nesil savaşın “sürekli gerginlik ve artan şiddet” demek olduğunun farkında olan ülkeler rakip ülkeleri “mülteci baskısı, terör baskısı, komşu devletlerle savaş baskısı, ekonomik yaptırım baskısı” altında tutmanın da bir tür savaş olduğunu anlamış durumdalar. Yani hiçbir devlet sadece tanka ya da uçağa sahip olmanın “savaş kazanmak” anlamına gelmediğini biliyor.
İşte tam bu noktada yeni nesil savaşların temel prensiplerinden biri de ortaya çıkmış oluyor: “Rakibin herhangi bir alanda tam kapasitesiyle çalışmasını/üretmesini engellemek!” Bu prensibin ekonomideki karşılığı “rakibin kıt kaynaklarını gereksiz silah üretimine harcamasını sağlayarak” kapasitesinin altında kalmasını sağlamak ve orta-uzun vadede de “verimsizlik” sebebiyle güç kaybetmesini izlemek demek. Toplumsal anlamda farklılıkları kurumsallaştırarak iç karışıklıklara zemin hazırlamak ve ülkenin kalkınmasını engellemek de aynı anlama geliyor.
O halde ABD’nin provokatif adımlarının soğuk savaş dönemin de olduğu gibi bir “silahlanma yarışına” sebep olacağını düşünmemizi sağlayacak bir durum yok! Elbette ABD’nin “yeni silahlanma yarışı çağrısının” NATO üyelerine ek maliyet getireceği ve daha fazla ABD silahı satın almalarına sebep olacağı ortada. Ancak kimse Rusya’nın ve Çin’in ABD’ye “simetrik karşılık” vereceğini düşünmemeli zira asimetrik bir çağda yaşadığımızı artık gelişmekte olan ülkeler bile biliyor. Mao’nun on yıllar önce söylediği ““You fight in your way and we will fight in ours!” anlayışına uygun olarak her devlet “kendi özgün yöntemini” geliştirmenin ve rakibin oyun sahasından çıkarak kendi oyun sahasını yaratmanın peşine düşmüş durumda.
Bir başka ifadeyle her anlamda eskinin tersyüz edileceği, asimetrik mücadelenin bilinen tüm üstünlükleri ortadan kaldıracağı ve bazı devletler “hızla güç kazanırken” başka bazılarınınsa bir anda “geriye düşeceği” bir ortam gelişiyor. Zaten her geçen gün şiddeti artan Amerikan saldırganlığının sebebi de bu! ABD’yi yöneten odaklar “tek kutuplu dünya” dayatmasının sürdürülebilir olmadığını görüyorlar. Ancak son bir çabayla, hakimiyetlerini biraz daha devam ettirebilmek için “şiddeti yaygınlaştırmayı deniyorlar.” Ancak zamanın akışını tersine çevirmek mümkün değil. Çarklar bir dönemi kapatmak ve çok kutuplu, daha adil, çok daha dayanışmacı bir dönemi açmak için dönüyor!
Leave a Reply