Ülkelerin gerçek gücü nedir diye sorulduğunda pek çok insanın aklına “ordusunun gücü” gelecektir ancak Napolyon’a atfedilen bir söz vardır: “Kılıçla her şeyi yapabilirsiniz ama üzerine oturamazsınız!” Söz doğrudur ve kaba gücün ya da askeri kabiliyetin hemen hemen her şey anlamına geleceğini söyler ama bir de hatırlatmada bulunur, “sadece şiddetle insanlara her istediğinizi yaptıramazsınız, onların rızalarını ya da kalplerini de kazanmanız gerekir!”
Aslında soğuk savaşın sonuna kadar devam eden yaklaşık yarım asır boyunca hem ABD’nin temsil ettiği Batı bloğu hem de SSCB’nin temsil ettiği Doğu bloğu tüm dünya halklarına aynı çağrıyı yapıyorlardı: “Silahlarımız yenilmez ama fikirlerimiz çok daha değerli!” Böylece dünyanın dört bir yanında farklı etnik kökenden, farklı inançtan ve farklı sınıflardan insanlar aynı hedefler uğruna mücadele etmeye başladılar. Örneğin, 1960’lı, 70’li yıllarda Türkiye’deki bir öğrenci daha adil, eşit ve dayanışma içinde bir dünyada yaşamak istediği için “devrimci mücadele” verirken hemen aynı dakikalarda örneğin İran’da bir genç de “Batılıların vaat ettiği özgürlükler ülkesinde” yaşamanın öneminden bahsediyordu arkadaşlarına. Ancak SSCB’nin yıkılmasıyla ve ABD’li bir takım düşünce insanlarının “tarihin sonunu” ve “neo-liberalizmin” zaferini(!) ilan etmesinden hemen sonra rakipsiz kalan bir süper gücün neler yapabileceğini de görmüş olduk! Aslında binlerce örneğin anlattığı tek bir gerçek vardı. O da en başta söylediğimiz sözün tersyüz edilmesiydi yani “Kılıçlarla her şeyi yapabilirsiniz ve hatta üzerine de oturabilirsiniz!” Bir başka deyişle “şiddetin” aynı zamanda en büyük “rıza üretim aracı” olarak kutsanmasıydı ABD’nin yaptığı. Ve o günden beri soğuk savaş döneminin aksine ABD; İran’da, Türkiye’de, Irak’ta ya da Suriye’de geniş toplum kesimlerinin inanacağı ve uğruna mücadele edeceği “değerler” yaratmak yerine dünyanın her yanındaki insanları “tehdit ederek, vurarak, öldürerek” dünyaya egemenliğini dayatmaya çalışıyor. İşte hiçbir zaman var olmamış “kimyasal silahları” gerekçe göstererek Irak’ı yerle bir etmek ya da Afganistan’a on binlerce füze yollamak ya da Suriye’de 500 bin kişinin ölümüne yol açan çatışmaları tetiklemek hep aynı gerekçeye dayalı: Kılıçlarla yani şiddetle rıza üretilebileceğine inanmak!”
Ancak ortada ciddi bir sorun var! Zira ABD’nin yaptığını doğru kabul edersek insanoğlunu da duygularından arınmış ve sadece mevcut verileri analiz ederek hayatta kalmaya çalışan bir “robot” olarak tanımlamamız gerekir. Oysa insanoğlu robotlar gibi sadece programında yazılı şeyleri yapan bir maddi varlık değildir. Aynı zamanda nesilden nesle üretilmiş bir kültürün, ahlak anlayışının ve ideallerin de taşıyıcısıdır insan. Bu yüzden Pakistan’da her gün kafasına Silahlı Hava Araçlarından atılan bombalarla hayatını kaybeden sivillerin aileleri şöyle düşünmez: “Madem ABD’nin droneları var ve ben dronelara engel olamıyorum o halde ABD politikalarını desteklemeliyim ve hayatta kalmalıyım!”
Tam aksine ABD’nin kendi çıkarları için kendisine zulmettiğini düşünmeye ve tüm insanlık adına Amerikan sistemine karşı mücadele etmeye başlar. Elbette bu noktada yalnız olmadığını da daha ilk anda anlaması zor olmayacaktır. Zira benzer sorunları yaşayan yüzlerce devletin ve milletin var olduğunu, ABD’nin kurduğu “yeni dünya düzeninin” bir çeşit “kölelik” yarattığını da görecektir.
Tam da bu noktada ABD’nin yarattığı sorun alanları alternatif arayan her milleti birbirine yaklaştırmaya başlayacaktır. Örneğin ABD’nin; PKK, ISIS gibi işine yarayan “terör örgütlerini” desteklediğini gören ve terör örgütlerinden canı yanan ülkeler soğuk savaş boyunca kendisine “düşman” olarak gösterilen ülkelerin aslında “iş birliği yapılacak ülkeler” olduğunu keşfedeceklerdir. Türklerin; Ruslarla hiç olmadıkları kadar yakın olmaları ya da daha düne kadar “rejim ihracı endişesi sebebiyle” mesafe koyduğu İran’a dair olumlu düşünceler geliştirmesi bu durumun ispatı olarak görülebilir. Gerçekten ABD’nin şiddete dayalı düzeni her milleti birbirine yaklaştırmaktadır. Çin’in Pakistan’la, Afrika ülkeleriyle ve Ortadoğu’yla olan yakınlaşması, Rusya’nın Şangay İşbirliği Örgütüne olan büyük desteği ve Türkiye’nin tüm Avrasya coğrafyasıyla yeni ve daha yakın ilişkiler geliştirmesi hep aynı sebebe, ABD’nin şiddetle rıza üretmeye çalışmasına karşı birer tepkidir.
Gerçeklik bu kadar ortadayken akla şu soru gelecektir: “ABD, kılıçların üzerinde oturulmayacağını bilmiyor mu?” Elbette bazı ABD’liler bu gerçeğin farkındadır ancak ABD’nin kurduğu “yeni dünya düzeninin” yarattığı zorunluluklar da vardır. ABD, soğuk savaş sonrasında “ideolojik savaşı kazandığı” varsayımına dayanarak aslında kendi tabiriyle “özgür dünya” idealini yok etmiştir. Bunun ABD içindeki karşılığı da “Amerikan rüyası”dır ve o da kaybolmuştur. Artık tüm dünya, ABD’nin “insan hakları ihlal ediliyor” dediği her durumda “bomba atmak için gerekçe arıyor” demeye başlamıştır. Ya da ABD denince pek çok insanın aklına sırf siyah derili olduğu için polis tarafından 1 metreden vurulan masum insanların ve çöpten beslenen yüzbinlerce evsizin ülkesi gelmektedir. ABD’nin en son İdlib üzerinden yaptığı “kimyasal silah kullanılacak” iddialarına bu yüzden sadece “ABD yönetimi” inanmış ama örneğin Türkiye’de tek bir kişi bile bu gerekçeyi “makul görmemiştir.” Bir başka deyişle ABD, “tek kutuplu dünya” dayatması sebebiyle girdiği şiddet sarmalına saplanmış ve şiddeti daha büyük şiddetle beslemeyi bir çıkış yolu olarak görmeye başlamıştır. Zaten “yeni dünya düzeninin” yıkılmaya başlaması da bu yüzdendir. Sistem, ancak şiddetle var olabileceğini gördüğü için şiddet dozunu yükseltirken şiddet mağdurları da “ezilenlerin enternasyonali” gibi bir fikre daha fazla yaklaşmaya ve “çok kutuplu bir dünya düzenini” talep etmeye başlamışlardır. Bu nokta önemlidir zira aynı değerlendirmeyi yapan pek çok akademisyen aynı zaman diliminde “çok kutuplu dünya” düzeninden bahsetmeye ve insanlığa yeni bir alternatif yaratmak için konuşmaya başlamışlardır. Aslına bakılırsa “çok kutuplu dünya” ABD’liler için de doğru olan seçenektir. Zira hiçbir millet sonsuza kadar tüm dünyanın nefretini üzerine çekerek var olamaz. Ve hiçbir devlet sonsuza kadar “kılıçların üzerinde oturamaz!” O halde şimdi yepyeni ve daha adil bir dünya düzenini düşünme zamanıdır.
Leave a Reply