İnsanlık “soğuk savaşın” üzerinden yarım asır bile geçmeden bir gerçeğin farkına varmış gibi görünüyor: “Yeni bir dünya düzenine ihtiyaç var!”
Zira ABD’nin “tek kutuplu dünya” düzeninde kurduğu imparatorluk, “tarihin sonu, medeniyetler çatışması” gibi tezler eşliğinde insanlığın tüm umutlarını yerle bir etti. Artık “tek kutuplu dünya” söylemi, Pakistan’da silahlı drone saldırıları, Irak’ta sonu gelmez iç çatışmalar, Suriye’de patlayan bombalar demek.
İnsanlığa büyük bir sıçrama vadeden “neo-liberal” politikalarsa milli ekonomilerin çökmesi, birkaç milyar dolarlık sıcak para çıkışlarıyla ekonomilerin sarsılması ve devletlerin GSMH’sından çok daha büyük bütçelere sahip olan firmaların dünyayı kontrol etme çabaları anlamına geliyor.
Neo-liberal sistem Avrupa ülkelerine de “yabancı düşmanlığı, ötekinden nefret ve tüketim kültürü içinde nesillerin kaybı” dışında bir şey veremedi. Üstelik ABD, gayet kaba bir şekilde “savunma bütçelerinizi arttırın” gibi Avrupalı çalışanların refah seviyesini düşürecek talimatlar verme hakkını da kendinde görüyor. Böyle giderse çok yakında “refah devleti” uygulamalarından geriye sadece birkaç anı kalacak ve AB ülkeleri de, tıpkı ABD’de olduğu gibi; evsizlerin, işsizlerin, toplumun dışına itilmişlerin kurduğu “devasa arka mahallelere” alışacak.
Kısacası dünya, “Amerikan sisteminin” ya da “tek kutuplu dünya” dayatmasının yarattığı her türlü yıkımı iliklerine kadar hissetmeye başladı. Ancak “her şerde bir hayır vardır” sözünde olduğu gibi, ABD sistemi düne kadar imkânsız görünen pek çok yeni fikri de gündeme getirdi. Artık “geleneksel olarak düşman” görünen milletler birbirlerine daha fazla ilgi duyuyorlar. Soğuk savaş döneminde, çok ağır propaganda faaliyetlerine maruz kalan farklı bloklardaki ülkeler bir diğeriyle aslında o kadar da farklı olmadıklarını görmeye başlıyorlar. Ve en önemlisi akademik dünyanın mensupları ve aydınlar, kendilerine “mutlak doğru” gibi sunulan kavramları aşmaya ve sistemi eleştirmeye başlıyorlar. Örneğin ABD politikalarından en çok etkilenen ülkeler olarak Rusya’da, Çin’de, Türkiye’de, İran’da ve hatta Pakistan’da pek çok aydın ve akademisyen “jeopolitik” kavramını bir kez daha keşfediyorlar ve “coğrafyalarının gerçeğiyle” tanışıyorlar. Bu durum Türkiye’yi İran’a, İran’ı Pakistan’a ve Rusya’ya daha fazla bağlıyor. Tek kutuplu dünyanın tüm acılarını yaşamış milletler söz birliği etmiş gibi büyük bir istekle yeni bir “arayışa” girişiyorlar.
İşte o arayışın adı: Yeni bir dünya düzeni arayışı!
Doğal olarak egemen düşüncenin olumsuzluklarını aşacak cümleler kurmayı hedefliyor herkes! Örneğin yeni kurulacak düzende %1’in her şeyi aldığı %99’un da artıklara mahkûm olduğu anlayış değişsin diye daha paylaşımcı, daha adaletli, halkları birbirine düşman etmeyen, hep birlikte kalkınmaya imkân verecek politikalar ön plana çıkıyor. İşte Çin’in ekonomik olarak desteklediği “Bir Yol Bir Kuşak” projesi böyle bir arayışın sonucu. Benzer şekilde tüm Avrasya coğrafyasında yükselen ve temelinde bölge ülkelerinin “dayanışmasını” öngören Avrasyacı fikirler de “tek kutuplu dünyanın” alternatifinin mümkün olduğunu anlatıyor insanlığa. Nerdeyse her bir devlet Amerikan kara propagandasını boşa çıkarmak için en dürüst kelimelerle konuşmaya başlıyor bir diğeriyle. Soğuk savaş boyunca birbirine düşmanlaştırılan İran, Türkiye’ye kapılarını açarken, tarihsel düşman diye kodlanan Rusya, her anlamda Türkiye’nin yanında olmaya ve bir alternatif yaratmaya çalışıyor. İşte S-400 satışı böyle bir “alternatif” yaratma amacının sonucu.
AB ülkeleri de gidişatın farkındalar. Özellikle Almanya, sürekli olarak işlerine karışan ve otomotiv firmalarına akıl almaz cezalar kesen ABD’nin baskılarının sürdürülebilir olmadığının farkında. Alman Devleti, yeni bir dünya arayışının ABD’yi “savunma pozisyonuna” ittiğinin ve “yapmak” yerine “yıkmak” gibi bir seçeneğe mahkûm ettiğini görüyor. Bu yüzden her yerde “yıkımı azaltmaya”, ABD’nin sadece “zaman kazanmak için” yarattığı kaosu düzeltmeye gayret ediyor. Hatta İran’a ya da Rusya’ya yönelik ambargolara karşı çıkıyor, kendi yolunu çiziyor.
Bu noktada akla şu soru da gelebilir elbette: “Bunlar olurken ABD ne yapıyor?” ABD, her büyük İmparatorluğun yaşadığı gibi “gerçeği tüm çıplaklığıyla” göremeyip “gerçeği kendine göre değiştirmeye yani işine geldiği gibi yorumlamaya” gayret ediyor. Bizim “savunma pozisyonuna geçen ABD” olarak gördüğümüz şeyi ABD’li devlet adamları “Yeni Amerikan Yüzyılını yaratmak için yıkmak” şeklinde formüle etmeye çalışıyorlar. Bizim, “neo-liberalizmin acı çektirdiği ülkeler birbirlerini keşfediyor” diye gördüğümüz şeyi ABD’li uzmanlar “serbest piyasa sisteminin alternatifi olmadığı sürece bunlar geçici sorunlar” diye yorumluyor. Oysa tam da bu yüzden tüm dünya “yeni bir arayışın” içine giriyor. Bu yüzden yeni ittifaklar kurulurken, tam da bu yüzden insanlık dünyanın dört bir yanında “savaşlara, neo-liberal sömürü düzenine, Amerikan silahlarına hayır” demeye başlıyor. Şu anda yükselen itirazların aynı noktaya doğru olmaması ABD’li uzmanları yanıltıyor ve bu seslerin tek tek güçsüzlüğüne bakarak sorun görmüyorlar. Ancak yine yanılıyorlar! Zira hayatın kendisi en büyük öğretmen olarak tüm insanlığı hızla değiştiriyor. Sürekli “nefret ederek, sürekli tüketerek, sürekli düşman arayarak, sürekli reklam izleyerek ya da fast food yiyip, Hollywood filmi izleyerek” mutlu olunamadığını Felluce’nin arka mahallesinde yaşayan çocuklar da Moskova’nın, Ankara’nın ya da İslamabad’ın göbeğinde yaşayanlar da hissediyorlar. ABD’nin tüm insanlığa sadece “distopya” vaad ettiğini ve insanlığa sunulan seçimin sadece Orwell’in 1984’ü ile Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı arasında olduğunu görüyorlar.
Dünyanın dört bir yanında insanlar da vaad edilen distopyalara karşı yeni “ütopya” arayışında birleşiyorlar. İşte tüm çatışmaların merkezinde olan da bu! Distopya’nın savunucuları, ellerindeki tüm silahları başkaları düşünmesin, hayal kurmasın, insanlığa alternatif bir yol sunmasın yani bir ütopyaları olmasın diye kullanıyorlar. Bu mücadelede insanlığın cephesinde olanlarsa konuşa konuşa, birbirlerini tanıya tanıya yeni bir dünya kuruyorlar.
Bu noktada “uwidata” ailesi de tüm insanlığın “yeni bir dünya düzeni” arayışında dünyanın dört bir yanındaki aydınlara, akademisyenlere sayfalarını açarak onların sesinin daha çok çıkmasını sağlamaya çalışıyor. Çatışmayı ve şiddeti değil, dayanışmayı ve uzlaşmayı öne çıkararak “kimsesizlerin kimsesi, sesi kısılanların sesi” olmaya gayret ediyor. Sadece bu bile insanlık için umutlarımızın taze kalmasına imkân veriyor.
Leave a Reply