Nerdeyse tüm Western filmlerinde verilen mesaj aynıdır: Beyaz adam, vahşi batıya hukuk, düzen ve medeniyet götürmek için mücadele eder. Kovboyların ve onların açtığı yolda yeni topraklara ilerleyen yerleşimcilerin amacı da bir özgürlükler ülkesi kurmaktır. Doğal olarak Kızılderililer de bu hayalin yani özgürlükler ülkesinin kurulmasına engel olan “barbarlar” olarak resmedilir. Böylece Kızılderililer “insan” olarak değil “insanlığın düşmanı” olarak kodlanır ve film boyunca da bol bol öldürülür. Tabi bu kadar Kızılderili öldürülürken sürekli şu mesaj da verilir: Beyaz adam medeniyettir! Yani beyaz adam için iyi olan şey tüm dünya için de iyidir. O halde iyilik için mücadele etmekle ABD için mücadele etmek de aynı şey olmak zorundadır!
Dünyanın dört bir yanında hemen her gün televizyonlarda izlenen binlerce western filminin sadece beyaz ekranda kaldığını düşünmekse hepimizi yanıltabilir. Örneğin 1997 yılında kurulan ve o günden beri ABD dış politikasında “egemen” düşüncelerin oluşmasına yardım eden kuruluşlardan biri olan “The Project for the New American Century”, ana sayfasında kendini şöyle tanımlıyordu: “The Project for the New American Century is a non-profit educational organization dedicated to a few fundamental propositions: that American leadership is good both for America and for the world; and that such leadership requires military strength, diplomatic energy and commitment to moral principle.”
Jeb Bush, Dick Cheney, Francis Fukuyama, Donald Kagan, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz gibi destekçileri de olan kuruluş aslında western filmlerindeki ana temayı kullanarak büyük bir itirafta bulunuyordu: “American leadership is good both for America and for the World!”
Aynı kuruluşun yayınlanan temel ilkeler beyannamesinde ortaya konan ifadeler de şöyleydi:
“The United States must be prudent in how it exercises its power. But we cannot safely avoid the responsibilities of global leadership or the costs that are associated with its exercise. America has a vital role in maintaining peace and security in Europe, Asia, and the Middle East. If we shirk our responsibilities, we invite challenges to our fundamental interests. The history of the 20th century should have taught us that it is important to shape circumstances before crises emerge, and to meet threats before they become dire. The history of this century should have taught us to embrace the cause of American leadership.
Our aim is to remind Americans of these lessons and to draw their consequences for today. Here are four consequences:
- we need to increase defense spending significantly if we are to carry out our global
responsibilities today and modernize our armed forces for the future; - we need to strengthen our ties to democratic allies and to challenge regimes hostile to our interests and values;
- we need to promote the cause of political and economic freedom abroad;
- we need to accept responsibility for America’s unique role in preserving and extending an international order friendly to our security, our prosperity, and our principles.” (http://newamericancentury.org/statementofprinciples.htm)
Görüleceği üzere ABD’nin 21.yüzyılın başından beri uyguladığı temel dış politikanın mantığı nerdeyse “western filmlerinde” ortaya konan hikayeyle aynı: Beyaz adam haklıdır çünkü beyaz adam medenidir!
Ancak tüm bu beyannamenin bana göre en önemli cümlesi şudur: “The history of the 20th century should have taught us that it is important to shape circumstances before crises emerge, and to meet threats before they become dire.”
Bu cümle bugüne kadar Ortadoğu’da yaşanan her türden kaosun sebebi durumundadır. ABD derin devleti “krizler ortaya çıkmadan ya da derinleşmeden” önce müdahaleden yanadır. Bu bakış açısı ABD’nin dünyanın her yerine bomba yağdırmasının da sebebidir. Yani ABD’ye göre “ileride ortaya çıkabilecek sorunları” ortadan kaldırmak ABD’nin çıkarlarına uygundur! O halde sorun çıkmadan müdahale etmek gerekecektir! Bunu da “silahlı güçlerini” dünyanın bir numarası haline getirerek ve hep öyle kalmasını sağlayarak garanti altına alabileceklerini düşünmektedirler.
Zaten yaşananlar da bu düşüncelerin ispatı niteliğindedir. Örneğin ABD’nin “kitle imha silahları” var diyerek yerle bir ettiği Irak, böyle bir önleyici stratejik adımken Suriye’de körüklenen iç savaşın amacı “bölgesel stratejik seçenekleri” arttırmaktır. Bu başarıldığı anda hedefe girecek olan ülke İran ve eğer Amerikan çıkarlarına hizmet etmeyi kabul etmezse ya da PKK-PYD-YPG terör devletine izin vermezse Türkiye olacaktır.
Bugünlerin sıcak konusu olan İdlib meselesi de ABD’nin “önleyici stratejik hamlelerinden” biri olarak karşımızdadır. ABD, dünya kamuoyunun dikkatini çekmek için şimdiden “kimyasal silah kullanılma” olasılığını dillendirerek aslında “kaos yaratacağım” demek istemektedir. Bir sonraki adımsa artık hepimizin bildiği türdendir: “bomba, kan ve gözyaşı!”
Ancak ABD, akan kanlardan ve yerle bir olan topraklardan endişe duymamaktadır zira tıpkı western filmlerinde “vahşi batıya medeniyet götürdüğünü” iddia ettiği gibi Suriye’ye de “medeniyet götürme iddiasıyla” saldırmaktadır. Senaryo da aslında aynıdır! Nasıl ki bazı western filmlerinde yeni yerleşim alanlarına askeri birlikleri sokmak için Kızılderili kılığına sokulmuş beyaz adamlar yerleşimcilerin konvoylarına saldırtılıyorsa şimdi de İdlib’te “Suriyeli kılığına sokulmuş beyaz miğferler” kimyasal silahlarla saldırı hazırlığındadır.
Bu noktada akla sadece tek soru gelmelidir: “Hepimiz Kızılderili miyiz?” Yani beyaz adamın medeniyet adına yok etmek istedikleri bizler miyiz? Bu sorunun muhatabı artık sadece Amerikan Kızılderilileri değil! Artık gerçek muhataplar: Iraklılar, Suriyeliler, İranlılar, Türkler, Ruslar ve Çinlilerdir. Bu milletler için verilecek karar da bir tanedir: Kendini medeni sayan bir kovboy kurşunuyla ölmek ya da bir araya gelip “beyaz adamın soykırımına karşı direnmek!” Zira ABD için iyi olan dünyanın geri kalanı için iyi değildir!
Leave a Reply